"Halkların Kardeşliği Viyana Sempozyumu" için hazırladığım konuşma
- diladoga
- 14 Ara 2014
- 3 dakikada okunur
Ben bilim adamlarının medeniyetin beşiği olarak kabul ettikleri topraklardan geliyorum. Benim doğduğum, büyüdüğüm topraklar doğu ile batının arasında binlerce yıl boyunca köprü vazifesi yapmış, nice medeniyetler, nice insanlar üzerinden gelip geçmiştir. Ülkemde Eskişehir isimli kentimizde yapılan arkeolojik kazılar, höyük bölgelerinde alt tabakalara inildikçe onlarca eski medeniyetin aynı topraklar üzerinde yaşadıklarını doğrulamaktadır.
Demokrasinin tohumları ilk bu coğrafyada atılmıştır. Nice azizler, dervişler, filozoflar bu topraklarda yaşamış, insanlığa felsefelerini, öğretilerini miras bırakmışlardır. Demokritos, Diyojen, Aziz Pol (Saint Poul), Mevlana Rumi, Yunus Emre sayısız isimlerden sadece birkaçıdır. Bu değerli insanlar farklı tarihlerde, farklı medeniyetlerde yaşamış olmalarına rağmen, ölümlerinin üzerinden yüzlerce hatta kimisinin binlerce yıl geçmiş olmasına rağmen hala saygı ve sevgiyle hatırlanıyor olmalarının nedeni, ulaşmış oldukları evrensel bilgiye sahip olmalarıdır. Bu bilgi, insanoğlunun benliğinin derinlerinde yatan, kendi gerçeğinin öz bilgisidir. Bu bilgi evrensel sevginin bilgisidir.
Sayıca bu kadar çok medeniyetin, filozofun gelip geçtiği Anadolu topraklarında yaşayan insanlar bir mozaiğe benzetilirler. Çok farklı kültürlerin, dillerin, inançların, geleneklerin bir arada oluşu bu benzetmeyi haklı kılar. Binlerce yıl bu insanlar bir arada kardeşçe, barış ve huzur içinde yaşamanın formüllerini aramışlar, çoğunlukla bunu hayata geçirebilmiş ve dünyaya örnek olmuşlardır. Belki de demokrasi kavramının bu coğrafyada doğmuş olması tesadüf değildir. Farklı insanların, farklı kültürlerin, farklı gelenek ve inançların bir arada oluşu bir bakış açısına göre çatışma sebebiyken, bunun tam tersi bakış açısına göre ise ilham verici bir zenginliktir. Bu noktada mesele bizim taşıdığımız bakış açısının hangi yönde olduğudur.
Felsefe ve öğretileriyle insanlık tarihi boyunca bize ışık tutmayı başarmış ve gelecekte de tutmaya devam edecek olan düşünürlerin hangi medeniyetten, hangi inançtan veya hangi tarih diliminden çıkmış olurlarsa olsunlar, bize ilettikleri mesajların temelinde yatan ortak şeyin yeterince irdelendiğinde az önce andığım ikinci bakış açısına sahip olmaları olduğu görülecektir. İnsanları evrensel sevgiye yönelten, evrensel barış ve huzura yönlendiren bu kadim bakış açısına ben “birlik ilkesi” olarak adlandırma yapacağım.
Tarih boyunca dinler varoluşu açıklamak üzere ortaya konmuşlardır. Günümüzde hemen hemen bütün dinler tek bir ilahi gücün varlığını kabul etmektedirler. Tanrının tek olduğunu ve onun sevgisinin üstün olduğunu kabul etmek kolay gibi görünse de, uygulamada bunun zorluğu insanlık tarihindeki çatışmanın ana sebebidir. Çünkü tanrının veya evrensel varoluş kaynağının –adına her ne derseniz deyin- tek olduğunu kabul etmek, beraberinde ortaya koyduklarının da aynı kaynağın yansımaları olduğunu kabul etmeyi getirir. Bu şuna benzer; bir ışık kaynağından çıkan tek ve renksiz görünümlü ışığın prizmadan yansıdığı anda farklı renklerle görünüm kazanması, prizmanın arkasındaki tek ışığı hiç görmemiş ve sadece farklı renkleri gözlemlemiş insanlar için kafa karıştırıcı olabilir. Bu birbirinden farklı ve kalabalık renk demetinin gözlenmesi, hepsinin aynı kaynağın ürünü olduğu gerçeğini değiştirmez. Renklerin farklılığı birini diğerlerinden daha üstün kılmaz, daha farklı kılar sadece. Bu farklılık aslında renkleri oluşturduğu için beyaz veya renksiz gibi duran ışığın gizli güzelliğinin açığa çıkmasıdır. Benim kolay anlaşılır olabilmesi için “birlik ilkesi” diye adlandırdığım temel felsefe, yeryüzündeki tüm farklı ırk, inanç, dil ve kültür sahibi insanların aynı kaynağın farklı yansımaları olduğunu savunan ve bu farklılıkları nefes kesici bir zenginlik olarak gören felsefedir. Evrenselliğe ulaşmış öğretilerin temeli bu felsefeye dayanmaktadır. Tersinden deyişle bu temel felsefeye dayanan öğretiler evrensellik kazanabilmişlerdir.
Benim ülkemde bir söz vardır “Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz içindir.” Bu söz aslında bu felsefenin ürünüdür. Şiirleriyle büyüdüğüm ünlü düşünür Mevlana Celaleddin Rumi’nin “Ne olursan ol gel.” sözü de aynı “birlik ilkesi”nin çağrısı ve mesajıdır. Yeterince derin ve etraflı düşünüldüğünde “birlik ilkesi”nin insanı açan, rahatlatan, güçlendiren, insanın barışın ve sevginin hizmetine girmesini, huzurlu ve güzel bir yaşantıya kavuşmasını sağlayan temelleri taşıdığı görülür. “Birlik ilkesi” aslında oldukça basit, anlaması karmaşık olmayan bir öğretiye sahipken, dünyada çatışmaların, savaşların, hırsa dair kavgaların bitmemesinin nedeni bu ilkenin içselleştirilememesinden ileri gelir. Bu ilkeyi yaşantıya dökmek için her gün, her an herkesin bir olduğunu hatırlamak ve koşullar ne olursa olsun bunun farkında olarak yaşamayı tercih etmek gerekir. Bu ilke üzerinde düşündükçe yaşanılan andaki farkındalık artacak, öz disiplin ve farkındalık arttıkça bu ilkenin sonuçları yapıp ettiklerimize de yansıyacaktır.







Yorumlar